ARUZ ÖLÇÜSÜ
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Aruz
Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruzda açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsçayı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesine yolaçtı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.
Tarihlerin verdiği bilgilere göre, aruz ilmini ilk olarak Hicret'in ikinci (Miladın sekizinci) yüzyılında Basra'lı dilci ve lûgatçı imam Halil bin Ahmet bulmuş ve geliştirmiştir.
İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar.
Karahanlı Türkleri İslamiyet'i kabul ettikten sonra, ülkelerinde yeni mektepler, medreseler açtılar. Bu okullarda ders vermek için de İran'dan hocalar getirdiler. Gelen bu hocalar, dersleri arasında Arap Edebiyatı'ndan seçerek aldıkları, ayrıca kendilerinin bulup geliştirdikleri aruz veznini de öğrencilerine öğrettiler.
işte bu okullarda okuyarak yetişen Türk şairleri, İran'lıların seçerek aldıkları ve ilâveler yaptıkları vezinlerin en çok ahenkli olanlarını seçerek aldılar ve kullandılar. Bu ayıklamalar ve seçmeler dolayısıyla Arap, İran ve Türk Aruzu arasında küçümsenemeyecek derecede büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler.
Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruz veznini Türk'lerin bulduğunu ve Türk'lerden Arap'lara geçtiğini ileri süren görüşler de vardır. Ancak bugün bu konuda yeterli araştırmanın yapılarak meselenin açıklığa kavuşturulduğunu söyleyecek durumda değiliz.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, aruz vezni hecelerin uzunluğuna ve kısalığına göre düzenlenmiştir. Bu vezinde heceler kısa ve uzun olmak üzere iki şekilde değerlendirilir. İte bu kısa ve uzun hecelerin belli esaslara göre dizilmesine aruz vezni denir. Hecelerin sıralanış esaslarını belli eden sisteme ise aruz kalıbı adı verilir. Uzun olarak değerlendirilen heceler çizgi ile, kısa olarak değerlendirilen heceler nokta ile tespit edilir. Aruz vezninde her kalıp, içi boş bir mısra demektir. Bu boşluklar sözlerle doldurulunca anlamlı (yani canlı) mısralar elde edilir.
Aruz kalıpları, mısraların seslerindeki tempoyu verir. Bu tempoyu göstermek için Arapça bir kelime kökünden çeşitli şekillerde türetilen bir takım parçalar, klişe halinde bir araya getirilerek birleştirilir. Böylece aruz kalıbı adı verilen vezin elde edilmiş olur.
Söz gelimi:
Fa i la tün / Fa i la tün / Fa i la tün / Fa i lün
( . / . / . / . )
bir kalıptır. Bu kalıbın parçaları ise:
Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün
dür. Bu parçalar iki, üç, dört veya beş heceli olabilir. İki tanesi veya daha fazlası bir araya gelerek bir aruz kalıbı meydana getirebilir. İşte bu söz konusu parçaların tespit edilmiş bulunan esaslara göre bir araya gelmesiyle aruz kalıbı dediğimiz sistem ortaya çıkar. Türk Edebiyatı'nda en çok kullanılmış olan aruz kalıplarını şöyle sıralamak mümkündür:
Örnek:
Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i lün
( . . /.. /.. /..)
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk
Sana baktıkta dolar dide-i giryânımıza (Fuzuli)
Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruzda açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsçayı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesine yolaçtı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.
Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.
Tarihlerin verdiği bilgilere göre, aruz ilmini ilk olarak Hicret'in ikinci (Miladın sekizinci) yüzyılında Basra'lı dilci ve lûgatçı imam Halil bin Ahmet bulmuş ve geliştirmiştir.
İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar.
Karahanlı Türkleri İslamiyet'i kabul ettikten sonra, ülkelerinde yeni mektepler, medreseler açtılar. Bu okullarda ders vermek için de İran'dan hocalar getirdiler. Gelen bu hocalar, dersleri arasında Arap Edebiyatı'ndan seçerek aldıkları, ayrıca kendilerinin bulup geliştirdikleri aruz veznini de öğrencilerine öğrettiler.
işte bu okullarda okuyarak yetişen Türk şairleri, İran'lıların seçerek aldıkları ve ilâveler yaptıkları vezinlerin en çok ahenkli olanlarını seçerek aldılar ve kullandılar. Bu ayıklamalar ve seçmeler dolayısıyla Arap, İran ve Türk Aruzu arasında küçümsenemeyecek derecede büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.
11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler.
Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.
Aruz veznini Türk'lerin bulduğunu ve Türk'lerden Arap'lara geçtiğini ileri süren görüşler de vardır. Ancak bugün bu konuda yeterli araştırmanın yapılarak meselenin açıklığa kavuşturulduğunu söyleyecek durumda değiliz.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, aruz vezni hecelerin uzunluğuna ve kısalığına göre düzenlenmiştir. Bu vezinde heceler kısa ve uzun olmak üzere iki şekilde değerlendirilir. İte bu kısa ve uzun hecelerin belli esaslara göre dizilmesine aruz vezni denir. Hecelerin sıralanış esaslarını belli eden sisteme ise aruz kalıbı adı verilir. Uzun olarak değerlendirilen heceler çizgi ile, kısa olarak değerlendirilen heceler nokta ile tespit edilir. Aruz vezninde her kalıp, içi boş bir mısra demektir. Bu boşluklar sözlerle doldurulunca anlamlı (yani canlı) mısralar elde edilir.
Aruz kalıpları, mısraların seslerindeki tempoyu verir. Bu tempoyu göstermek için Arapça bir kelime kökünden çeşitli şekillerde türetilen bir takım parçalar, klişe halinde bir araya getirilerek birleştirilir. Böylece aruz kalıbı adı verilen vezin elde edilmiş olur.
Söz gelimi:
Fa i la tün / Fa i la tün / Fa i la tün / Fa i lün
( . / . / . / . )
bir kalıptır. Bu kalıbın parçaları ise:
Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün
dür. Bu parçalar iki, üç, dört veya beş heceli olabilir. İki tanesi veya daha fazlası bir araya gelerek bir aruz kalıbı meydana getirebilir. İşte bu söz konusu parçaların tespit edilmiş bulunan esaslara göre bir araya gelmesiyle aruz kalıbı dediğimiz sistem ortaya çıkar. Türk Edebiyatı'nda en çok kullanılmış olan aruz kalıplarını şöyle sıralamak mümkündür:
Örnek:
Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i la tün / Fe i lün
( . . /.. /.. /..)
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk
Sana baktıkta dolar dide-i giryânımıza (Fuzuli)
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz